BÜYÜKADA GEZİLECEK YERLER


İstanbul’un en güzel yeri neresi deseniz, gözüm kapalı Prens Adaları derim (hele de baharda). Eski adıyla Prinkipos Adaları. İstanbul’un, ne kadar efsane güzellikte bir yer olabilecekken ellerimizden kayıp gittiğinin kanıtı. Çam ağaçları içinde muazzam tarihi köşkler, nefes alan sokaklar, bisikletle 5 dakikada vardığın plajlar, yıkılan manzaralı parklar ve tepeler, bir arada hem kendi kültürlerini yaşatan, hem de yeni bir ada kültürünün parçası olan azınlıklar…

İşte tam da bu yüzden ne zaman adalara gitsem kalbim acıyor. Tarihe gömülen adı gibi, kendisine akın akın gelen turistlerin ve bu turistlere hizmet vermek için dışarıdan gelen yeni esnafın ayakları altında ufalanıp gideceğinden çok ciddi korkuyorum. Nitelik gitti, nicelik geldi. Birçok eski adalı bile adalarına küsüp kaçtı.

Aynı adada sanki Cunda‘da ya da Ege başka güzel bir yerde tatildeymişsiniz gibi hissetmek de, Esenler Otogarı’ndaymışsınız gibi hissetmek de mümkün. Bu yazımız da Büyükada’daki cennet ve cehennem arasındaki ince çizgiyi belirleyen tüyolar içerir.

Büyükada’ya Ne Zaman Gitmeli


Birinci ve en elzem uyarımız; acı ama Büyükada’ya yazın gitmemek. Maalesef. Biliyorum, en çok gitmek istediğiniz zamanı. Biraz kafa dinlemek, açık havanın tadını çıkarmak istiyorsunuz. Ama hafta içi bile daha adaya gelmeden, vapurda kalabalık bir turist kitlesi ile karşılacaksınız ve evimin balkonu daha iyiydi diyeceksiniz. O yüzden iyisi mi Eylül’ü bekleyin, ya da Mayıs’ta herkesten önce Büyükada’yı kapın. İşte o zaman Büyükada tadından yenmiyor.